21 Ekim 2019 Pazartesi

KOYUN MUSUN ZÜPPE Mİ?


Tüketim kavramı sadece pazarlamacıların ilgilendiği bir kavram değil, içerisinde iktisat, psikoloji, sosyoloji ve felsefe gibi pek çok disiplini barındırması açısından disiplinler arası bir kavramdır. Zira önceki yazılarımda bahsetmiş olduğum gösterişçi tüketim kavramı, iktisatçı ve sosyolog Veblen tarafından literatüre kazandırılmıştır. Bu yazımda tüketimde gösteriş etkisinden farklı olarak tüketimi etkileyen ve birbirinin karşıtı olan iki kavramdan bahsedeceğim: Züppe (snob) etkisi ve sürü (bandwagon) etkisi.

Bir şey satın alırken aldığınız şeyin sadece size özel, ulaşılmaz, orijinal, başkaları tarafından satın alınması zor ve/veya başkaları üzerinde görülme ihtimalinin bir hayli düşük olması gibi özelliklere dikkat ediyorsanız züppe etkisi altındasınız demektir. Tüketimde züppe olan kişiler için en önemli şey, gösterişçiler gibi ürünün fiyatının bir hayli yüksek olması değil, diğerleri tarafından tüketilmemesi durumudur. Yani tüketimde züppe kişiler ürünün fiyatıyla ilgilenmezler, ürünün sadece kendilerinde olmasıyla ilgilenirler. Pazarlama literatüründe yenilikçiler ve/veya erken benimseyenler olarak da isimlendirilen züppe tüketicilerin yeni çıkan bir ürünü hemen deneyerek risk almalarının ardında işte bu “züppe etkisi” denen psikolojik kavram yatmaktadır. Ürünün sadece kendilerinde olmasının getirdiği haz, girdikleri risk ile kıyaslandığında bir hayli yüksek olduğundan züppe tüketiciler kendilerini her zaman kazançlı görürler.



Züppe tüketicilerin hazzı, sahip oldukları orijinal ürünlerin orijinalliği gidene kadar, başka bir deyişle ürün çoğunluk tarafından tanınıp benimsenene kadar devam eder. Sonrasında ise züppe tüketiciler, sahip oldukları bir zamanlar orijinal olan ürünlerinden nefret etmeye ve onları elden çıkarmaya başlarlar. İşte bu durum, ikinci el piyasasının oluşmasındaki temel motivasyonlardan biridir. “Çok az kullanılmış, sadece 1 kere giyilmiş” vb. ibarelerle satılığa çıkarılan pek çok ürün, sahibi züppe bir tüketici olduğu için satılıyor olabilir. Züppe tüketici (yani bu durumda satıcı) bu ürünlerin satışından elde ettiği kazancı, yeni züppe mallar, yani orijinal, henüz kimse tarafından keşfedilmemiş malları satın almak için araç olarak kullanır. Yeni “züppe” mallar satın alındıktan sonra yeni bir döngü başlar:


Orijinal Malın Sahipliğinden Duyulan Haz--Hazzın Bitmesi--Eski Züppe Malın Elden Çıkarılması--Elde Edilen Kazanç--Kazançla Birlikte Yeni Züppe Malın Sahipliği

Evet züppe tüketicilerde durum böyle iken sürü etkisindeki tüketici ne yapar? Sürü etkisindeki tüketici züppe tüketicinin yaptığının tam tersi şekilde tüketim alışkanlığı gösterir. Çoğunluk ne tüketiyorsa o da onu tüketir, çoğunluk neyi satın alıyorsa o da onu satın alır; çünkü ona göre vardır çoğunluğun bir bildiği, hatta çoğunluk ne derse doğrudur. Bu tüketici tipine de koyun tüketici diyelim. Koyun bir tüketici için ne ürünün orijinalliği, ne de parası önemlidir. Onun için önemli olan o ürünün çoğunluk tarafından talep görmesidir. Marka seçimini, giydiğini, yediğini, içtiğini, kısacası her şeyi çoğunluğun seçimine göre belirler koyun tüketici. Züppelerde “orijinal olma”, "ulaşılamama" gibi amaçlar varken koyunlarda “göze batmama” amacı vardır. Bu yönüyle züppeler toplum içinde çoğu zaman “aykırı” tipler olarak tanımlanırken koyunlar ise “sıradan” tipler olarak bilinirler. Alışveriş sitelerinde “bunu alanlar bunları da satın aldı” gibi ifadeler, koyun tüketiciyi cezbetmek için yapılan pazarlama stratejilerindendir. Bu ifadelerden züppe bir tüketicinin etkilenme ihtimali ise yok denecek kadar azdır.


Tüketim çoook karmaşık ve sebepleri açısından açıklanması hayli zor bir kavramdır. Ayrıca sosyal bilimler için 1+1=2 demek ya da “bunun sebebi kesin budur” gibi deterministik bakış açısıyla yorum yapmak imkansıza yakındır. Bu açıdan bakıldığında herkesin satın aldığı şeyleri satın alan bir tüketiciyi direkt “koyun” kategorisine koymak ne kadar zor ise orijinal ürünler peşinde koşan tüketiciyi de “züppe” kategorisine koymak o kadar zordur. Zira tüketim alışkanlıklarının ardında gelir, sosyal çevre, kişilik özellikleri, vb. pek çok belli sebepler olabileceği gibi derin ve çözümlemesi zor psikolojik sebepler de olabilmektedir. Dolayısıyla sayın okur, kendini "gösterişçi", "züppe" , "koyun" veya diğer tüketici kategorilerinden birine ya da daha fazlasına dahil etmeden önce pek çok unsuru göz önünde bulundur. Ya da bulundurma, "kategori dışıyım" de. Ve kategori dışı olmanın hazzını, o kategoriye sosyal bilimciler tarafından bir isim verilene kadar çıkar=)) Ne de olsa seni en iyi sen bilirsin. Bu son cümleyi kurmuşken Matrix'e selam göndermeden olmaz:
"Temet Nosce!" 
"Kendini Bil!"

Züppe ve koyundan yola çıkıp olayı Matrix'e bağladığıma göre artık yazıyı burada bitirsem iyi olacak=)


23 Temmuz 2019 Salı

Ayşe ve Ahmet'in Olası İlişkisinde Aracı Değişken Fatma'nın Rolü


“Ayşe’nin İstatistiksel Açıdan Aşk Hikayesi” yazımı okuyanlar belki hatırlarlar; biliyorsunuz ki istatistikte genellikle bağımlı ve bağımsız değişken olmak üzere 2 tür değişkenle muhatap oluruz, bu değişkenler arasındaki “olası” ilişkinin gücünü ve/veya yönünü sorgular dururuz. Bağımlı ve bağımsız değişken dışında-onlar kadar popüler olmasa da-bir de aracı değişkenimiz vardır ki bu değişken bağımlı ve bağımsız değişken arasında yer aldığında söz konusu iki değişken arasındaki nedenselliğin gücünü artırır, başka bir deyişle bağımsız değişkenin bağımlı değişkendeki etkiye sebep olmasında bir tür kolaylaştırıcı işlevi görür.

Bu durumu yine ilişkiler üzerinden ele alalım=) Öncelikle hipotezlerimizi kuralım:
H0: Ayşe ve Ahmet arasında anlamlı (romantik😍😊) bir ilişki yoktur.
H1: Ayşe ve Ahmet arasında anlamlı (romantik) bir ilişki vardır.

1.örneğimizde Ayşe ve Ahmet isminde (isimler aklıma gelen ilk isimlerdir, biliyorsunuz ki Türkçede akıllara ilk olarak bu isimler gelir, olayların gerçek kişi ve kurumlarla bir ilgisi yoktur😏) iki kişiyi düşünelim. Bunlar birbirleriyle herhangi birinin aracılığı olmadan tanışmış olsunlar. 2. Örneğimizde de yine Ayşe ve Ahmet olsun; ama bu sefer onları tanıştıran bir Fatma olsun. Fatma her ikisini de tanıyan bir kişi olsun. Ayşe’ye Ahmet’i, Ahmet’e de Ayşe’yi övsün dursun. İşte bu noktada Fatma aracı değişken rolü üstleniyor; çünkü Ayşe ve Ahmet arasındaki ilişkinin olasılığını artırmış oluyor. İstatistiksel açıdan bakarsak 2. örnekteki çiftimizin arasında bir ilişkinin başlama ihtimali, birinci örnekteki çiftimizden daha yüksek; çünkü arada bir aracı değişken olan Fatma var. Fatma’yı referans olarak gören Ayşe ve Ahmet’in ilişkiye başlama kararı vermesi, istatistiksel açıdan daha yüksek. Dolayısıyla arada Fatma’nın olduğu durumda H0’ın reddedilip H1’in kabul edilmesi ve böylece çiftimizin ilişkiye ilk adımlarını atmaları daha yüksek bir olasılık.


Peki gerçek hayatta durum gerçekten de her zaman böyle midir? Bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki olası ilişkilerde aracı değişkenin rolü yeterli midir? Hayır! Şöyle ki bağımlı ve bağımsız değişkenler arasındaki neden-sonuç ilişkileri ya deterministiktir (olasılığa dayalı olmayan, belirsizlik içermeyen) ya da olasılığa dayalıdır. Herhangi bir olay, diğer bir olayın olması için gerekli ve yeterliyse iki olay arasındaki ilişki deterministiktir. Herhangi bir olay diğer bir olayın olması için gerekli fakat yeterli değil ise bu iki olay arasındaki ilişki olasılığa dayalıdır. Yani olabilir de olmayabilir de. Gerçek hayattaki olaylar arasındaki ilişkiler ise olasılığa dayalı neden-sonuç ilişkileridir. Ve olasılığa dayalı neden sonuç ilişkilerinde bağımsız değişkenin bağımlı değişkendeki değişime neden olup olmadığını belirleyebilmek için bağımsız değişkene etki etme ihtimali bulunan tüm dış değişkenlerin belirlenmesi gerekir. İşte bu dış değişkenler “geçersizlik kaynakları” olarak isimlendirilir.

Bu geçersizlik kaynaklarından dördünü Ayşe ve Ahmet açısından inceleyelim:

1)Geçmişin Etkisi: Bağımlı değişkene etki etme olasılığı bulunan tüm dış değişkenlerdir. Ayşe ve Ahmet arasındaki olası ilişki için düşünürsek, Fatma’nın etkisi dışında bu ilişkinin doğma olasılığına etki edebilecek diğer değişkenler: Ayşe ve Ahmet’in fiziksel özellikleri, meslekleri, memleketleri, aileleri vb. aklınıza gelebilecek diğer dış değişkenlerin hepsi, söz konusu ilişki üzerinde etkisi olabilecek geçersizlik kaynaklarıdır. Aracı değişkenimiz Fatma’nın da bu geçersizlik kaynakları üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. O sadece elçidir, ikisinin bir araya gelmesindeki süreci hızlandırandır, yoksa diğer dış değişkenleri düşünüp de kafasını yormak zorunda değildir, ne de olsa elçiye zeval olmamaktadır😉

2)Olgunlaşma Etkisi: İstatistiksel açıdan incelendiğinde herhangi bir deneye katılan bireylerde araştırma süresi uzadıkça meydana gelebilecek değişimler sonucu oluşan bir geçersizlik türüdür. Örneğin araştırma süresi uzadıkça birey yorulur, sıkılır ve bu durum tepkilerini etkiler. Ayşe ve Ahmet açısından bakıldığında ilişki süreleri uzadıkça ve/veya yaşadıklarının etkisiyle yıpranma ihtimalleri artabilir, olgunlaşma etkisiyle birbirlerine olan tepkileri normal şartlar altında olduğundan daha farklı olabilir. İnsanların ilişkinin başındaki heyecanlarını sonradan kaybetmeleri de olgunlaşma etkisi sebebiyledir.

-Burada denek içi düzen ve denekler arası düzenden bahsetmek istiyorum; çünkü olgunlaşma etkisiyle oldukça bağlantılı. Denek içi düzenlerde denekler etkisi ölçülmek istenen uyarıcının tekrarlı gösterimlerine maruz kalırlar. Örneğin reklam araştırmalarında bir deneğe arka arkaya birden çok reklam gösterilir ve deneğin bu reklamlara olan tepkileri incelenir; fakat burada deneğin tepkilerinin önceki yargılardan etkilenme ve yorulma ihtimali vardır. Yani olgunlaşma etkisi devreye girer ve deneğin verdiği tepkiler bir önceki tepkilerinden etkilenebilir. Ayşe ve Ahmet’e dönersek Ayşe’nin bir hareketine Ahmet’in aşırı bir tepki vermesi, Ahmet’in önceki ilişkilerindeki yıpranmışlığından/olgunlaşma etkisinden kaynaklanıyor olabilir. Ahmet’in belki de sütten ağzı yanmıştır, yoğurdu üfleyerek yiyordur, bu nedenle tahammül seviyesi 0’ın altındadır ve olgunlaşma etkisinden kurtulamamıştır.

-Öte yandan denekler arası düzende bir denek bir uyarıcıya sadece bir kere maruz kalır. Dolayısıyla deneğin tepkilerinin önceki yargılarından etkilenme ihtimali bulunmaz. Örneğin reklam araştırmalarında bir deneğe 1 reklam sadece 1 kere gösterilip tepki ölçülüyorsa bu denekler arası düzene bir örnektir.

-İster denek içi olsun ister denekler arası olsun, bütün deneysel düzenlerde kontrol grubu olması gerekmektedir; çünkü kontrol grubu yoksa düzen problemi vardır. (Özellikle kızlar size sesleniyorum: Kontrol grubu dendiğinde aklınıza hemen ilişkinizi teyit ettiğiniz WhatsApp kız gruplarınız ya da arkadaşlarınız gelmesin😆 Burada bağımsız değişkenin olmadığı grup kastediliyor. Yani Ayşe ve Ahmet için kontrol grubu, sevgilisi olmayan arkadaşlarından oluşan grup olabilir. Onlarla kendi hayatları arasındaki farkı kontrol ettikleri grup😉)

3)Test Etkisi: Herhangi bir deneye katılan bireylerin gözlendiklerini anladıkları zaman olduğundan farklı davranmaları durumudur. Ayşe ve Ahmet açısından bakarsak aileleri ve/veya arkadaşları yanında birbirlerine olan davranışları ile baş başa kaldıklarından birbirlerine olan davranışları arasındaki farkın sebebi test etkisi olabilir. Mesela Ahmet halka açık alanlarda Ayşe’nin elini tutmak istemeyebilir, baş başa kaldıklarında ise elini tutabilir. İşte bunlar hep test etkisindendir=)

4) Araç Etkisi: Araştırmada yer alan ölçme ve yöntem araçlarında ortaya çıkan değişikliklerden kaynaklanan bir geçersizlik kaynağıdır. Ayşe ve Ahmet açısından bakarsak Ayşe’nin makyaj yaptığı bir günde makyaj yapmadığı güne kıyasla Ahmet Ayşe’ye daha iyi davranıyorsa burada Ahmet’in bir suçu yoktur. Bu tamamen Ayşe’nin ölçüm araçlarını (makyaj malzemeleri vb.) standart kullanmaması yüzündendir😛

Söz konusu geçersizlik kaynakları gerek sosyal bilimlerde gerek fen bilimlerinde yapılan deneylerde sürekli kontrol altına alınmaya çalışılır. Çünkü istenen, sadece incelenen bağımsız değişkenin bağımlı değişkendeki değişime neden olup olmadığının bilgisidir. Bu nedenle yapılan deneylerin çoğu kontrollü deneylerdir. Doğal deneyler ise araştırmacının herhangi bir müdahalede bulunmadan gözlem yaptığı deneylerdir. İnsan ilişkilerini gözlemlemek bana göre en güzel doğal deneydir=) Doğal deneylerde gözlemlenen bireyler gözlendiklerinin farkında olmazlar. Bu açıdan doğal deneyler tek kör deneyler olarak isimlendirilir. Yani sadece araştırmacının bilgisi dahilinde olaylar gelişir. Bu yönüyle doğal deneylerde bireyler gözlendiklerini bilmediklerinden doğal davranışlarını sergilemeye devam ederler, olağandışı davranışlar göstermezler (test etkisini hatırlayın). Bu nedenle güvenlik kamerasının kaydettiği bazı komik olaylar bizi daha çok güldürüyor; çünkü o kayıtlardaki insanlar genellikle doğal davranışlarını sergiliyor.

Ayşe, Ahmet ve Fatma’ya dönersek Ayşe ve Ahmet arasındaki olası ilişkinin başlamasında her ne kadar aracı değişken Fatma hızlandırıcı bir etkide bulunmuş olsa da ilişkinin gidişatından/iyi bitme veya kötü bitme olasılığından sorumlu değildir. Sorumluluk hem Ayşe’de hem Ahmet’te hem de geçersizlik kaynaklarını oluşturan diğer faktörlerdedir 😉. 

Not 1: Bu yazıda geçen isimlerin veya kişilerin gerçek kişilerle ilgisi yoktur. Yazar burada kendi çapında istatistik çalışırken konuları daha eğlenceli hale getirmek için insan ilişkileri üzerinden zorlama çağrışımlar kurmuştur😃 Hatası olduysa affediniz😊

Not 2: Aslında yazıda bahsi geçen aracı değişkenin istatistikte, aracılığın gündelik hayattaki tanımından ve işlevinden çok farklı bir anlamı bulunmaktadır. Örnek üzerinden açıklarsak: "Başarı "bağımlı değişkenimiz, "zeka" ise bağımsız değişkenimiz olsun. Bir de bu iki değişkene aracılık eden "ders çalışma süresi" olmak üzere bir aracı değişkenimiz olsun. Zeka ile başarı arasında anlamlı bir ilişki olduğunu düşünelim. Modele ders çalışma süresi dahil edildiğinde zeka ile başarı arasındaki ilişki zayıflar  veya söz konusu ilişki anlamsızlaşır ise ders çalışma süresinin aracı değişken olduğunu kabul ederiz. Yani aslında istatistikte aracı değişken, iki değişken arasındaki ilişkiyi azaltıcı ya da yok edici bir etki gösterdiği zaman aracı değişken vasfı kazanır, yoksa hikayemizdeki Fatma'yı istatistik, aracı değişken olarak kabul etmez😏

Not 3: İstatistik bazen her şey değildir. Kontrol altına alamadığımız- havsalamızın alamayacağı/akıl sır erdiremeyeceğimiz-pek çok faktör vardır. Bu nedenle her şeyin mümkün olabileceğini unutmayınız😊


8 Mayıs 2019 Çarşamba

MUMYA TÜKETİMİ


Bu yazımda iki ilgi alanımı bir araya getirerek ve tarihte olan olaylardan yola çıkarak size Antik Mısır mumyalarının bazılarının (kraliyet ailesine mensup olmayan, sıradan diyebileceğimiz) tüketim nesnesi olarak nasıl kullanıldıklarını anlatmaya çalışacağım.



Napolyon’un 1800’lü yıllardaki Mısır seferleri sonrası Antik Mısır mumyaları Avrupalılar için satın alınacak mal konumuna getirildi. Şöyle ki Napolyon’un Mısır işgali sonrası Avrupalılar Mısır’a akınlar halinde gelmeye başladı ve Antik Mısır mumyaları onlar için ev partilerinde kullanabilecekleri bir nesne ve eğlenebilecekleri bir meta haline geldi.

Paul Philippoteaux'un "Mumya İnceleme" isimli eseri. Sanırım ev partileri de bu şekildeydi.
İngiliz Ejiptolog Margaret Murray (soldan ikinci) ve ekibi, Khnum Nakht'ın mumyasını inceliyor.
Margaret Murray ve ekibi, Khnum Nakht'ın mumyalanmış bedeninin sargılarını açıyor (Kimya Oditoryumu, Manchester Üniversitesi)
Mısır’a turist olarak gelen Avrupalıların o dönemde en büyük eğlencelerinden biri Mısır’daki herhangi bir sokak satıcısından satın aldıkları mumyayı evlerine götürmek ve evlerinde “Mumyayı Soyma Partisi” düzenlemekti. Partinin isminden de anlaşılacağı üzere mumyanın sahibi (!), bir masaya satın almış olduğu mumyayı yatırmakta ve mumyanın sargı bezlerini, sırf bu gösteri için gelen misafirlerinin gözü önünde büyük bir zevkle ve alkışlar eşliğinde açmaktaydı. Bana göre mumyaları satın alıp da gösteriş amaçlı partilerinde meta unsuru olarak kullanan bu kişiler, Veblen’in aylak sınıf olarak isimlendirdiği grubun bir örneğini teşkil eder. Veblen’e göre aylak sınıf, parasını diğerlerini kıskandıracak bir şekilde ürünler satın almak için kullanan, kullanışlı olmasa bile sırf pahalı olduğu için müsrif bir şekilde ürünler satın alan gruptur. Gösterişçi aylak bu kişiler için o dönemde bir mumya sahibi olmak, çevresindekilere itibarlarını göstermek ve onların saygılarını kazanmak için önemli bir araçtı. Yani Mısır sokaklarında pazarlanan mumyaları satın almak için ödedikleri miktarı, kendi evlerinde mumyaları soyarak kazandıkları itibar ve gösterişle hayli hayli çıkarıp kâra geçtiklerini söylemek mümkün.

O dönemde mumyaların tamamını satın alma gücü olmayan; fakat üst sınıf gibi itibar görmek isteyen gösterişçi tüketim ağına düşmüş aylak sınıf için de alternatifler bulunmaktaydı. Mısır’ın sokak satıcıları sağ olsunlar (!) her şeyi düşünmüştü. Mumyayı bütün olarak alamıyorsanız, sadece kolunu, kafasını, ayağını ya da bacağını da satın alabilirdiniz. 


Mumya satan Mısırlı bir sokak satıcısı, 1865, Mısır.

Mumyalara olan talep o dönemde o kadar artmıştı ki artan talebi karşılamak için “sahte mumyalar” üretilmeye başlandı. İdam suçlularının, yaşlıların, fakirlerin ve çeşitli hastalıklardan ölmüş olanların cesetleri çöle gömülüyor, ziftle sıvanıyor ve güneşin altında bir süre bekletildikten sonra bu cesetler sahte mumyalara dönüştürülerek pazarlanmaya hazır hale getiriliyordu.

Kraliçe Tiye'nin mumyası (Tutankhamon'un babaannesi, Akhenaton'un annesi). Bu mumya sahte bir mumya değil, tamamen gerçek. Gördüğüm en güzel mumya olduğu için paylaşmak istedim. Şu an Kahire Müzesi'nde güzel uykusuna devam ettiğini umuyorum. 


Antik Mısır mumyaları o dönemde sadece gösterişçi aylak sınıf tarafından değil, ilaç ve boya endüstrisinde de ham madde (!) olarak kullanılmaya başlandı. Sanayi devrimiyle birlikte pek çok insan ve hayvan mumyası Britanya’dan Almanya’ya gemilerle taşındı ve burada mumyalardan elde edilen mumya tozları ilaç yapımında ve gübre yapımında ham madde olarak kullanıldı. Öte yandan Amerika’ya ihraç edilen mumyaların sargı bezleri, kâğıt yapımında kullanıldı. 

Mumyaların ham madde olarak kullanıldığı belki de en ilginç alan boya endüstrisidir. “Mumya kahvesi” adı verilen bir rengi/tozu elde etmek için mumyalardan elde edilen tozlar zift, mür, reçine vb. maddelerle karıştırılıyordu. Bazı ressamlar o dönemde zift ve mumyalanmış etin yağlı boyada kullanıldığında, boyanın kurumayacağını ya da çatlamayacağını düşünüyorlardı (yani söz konusu ressamların aylak sınıf gibi gösterişçi amaçlarla değil, fonksiyonel amaçlarla mumyaları kullandıkları düşünülebilir; bu durum yine de mumyaların metalaştırıldığı gerçeğini değiştirmiyor). Mumyalardan “mumya kahvesi” renginin/tozunun üretimi 20. yüzyılın sonlarına doğru, artık bu iş için kullanacakları ham maddeler (mumyalar) tükendiğinden sona ermek zorunda kaldı. 

Martin Drolling tarafından Mumya Kahvesi kullanılarak yapılan, "Mutfağın İçerisi" ismindeki eser, 1815.
Soldaki: Mumya kahvesini içeren şişe. Sağdaki: 18. yüzyılda eczanelerde şifa niyetine satın mumya tozunu içeren kavanoz.
Günümüzde de mumyaların müzelerde sergilenerek müzelere ziyaretçi çekmek amacıyla kullanıldığı düşünülebilir. Pek çok mumya, yer altındaki ebedi uykularından uyandırılıp yeryüzüne çıkarılmakta ve müzelerde ziyaretçilerin seyrine sunulmaktadır. Her ne kadar bu mumyalara bakarak Antik Mısır’ın görkemine tekrar tekrar aşık olsam da ve Antik Mısır mumyalarını görmek için müze müze gezen biri olsam da bir yanım onların ebedi istirahatine dokunulmadan sonsuza kadar yer altındaki uykularına devam etmeleri gerektiğini düşünüyor. Öte yandan mumyalardan elde edilen bilgiler sayesinde günümüzde Antik Mısır hakkında pek çok şey öğrenebiliyoruz. Tutankhamon’un mumyası bulunmamış olsaydı muhteşem Altın Maske’sini görme şansımız olmazdı mesela. Ya da Tutankhamon ve babası Akhenaton’un dahil olduğu Antik Mısır’ın meşhur 18. Sülalesinin dünya dışı varlıklarla ilişkilendirilmelerine sebep olan garip fiziksel özellikleri hakkında fikir sahibi olmayabilirdik.

Akhenaten'in kafatası profili. Yapılan araştırmalar sonucunda Akhenaton'un Marfan Sendromundan muzdarip olduğu anlaşıldı.

Imhotep’in de dediği üzere “Ölüm, sadece bir başlangıçtır”. Bu başlangıca iyi bir şekilde ulaşabilmeleri için Antik Mısırlıların ölmüş bedenlerine çok önem verdiklerini, bu nedenle mumyalamada uzmanlaştıklarını da biliyoruz. Buna ilaveten bedenin mumyalanmaması demek, onlar için ölümden sonraki hayatta herhangi bir yer bulamayacakları anlamına geliyordu. Bu nedenle mumyaların lanetine uğramamak için(!) (bknz: Tutankhamon’un Laneti yazım=)) siz siz olun, yolunuz Mısır’a düşerse (evet günümüz Mısır’ında bile az da olsa mumya ticareti görülebiliyor) size kol, bacak ya da ayak gibi mumya uzuvlarıyla gelip baskıcı satış teknikleri kullanarak bunları satmak isteyenlerden uzak durun. 
Imhohep, Mumya filminden