Bu yazının
başlangıç noktası Sherlock’tur. Şimdi aşağıda yazılmış olanların Sherlock ile
ne ilgisi var diyeceksiniz. Şöyle söyleyeyim: Dizinin hemen hemen her bölümünde
(izleyenler bilir), Sherlock’un etrafındaki insanlar ona “stop showing off”
demekte-yani “gösteriş yapmayı kes!”. Oysaki Sherlock’un tek gösterişi,
zekasını kullanarak-biraz da ukalaca; ama ona yakışıyor=)- karşısındaki insanı
mat etmekten başka bir şey değildir. Gerçek hayatta ise-eminim etrafınızda
bolca vardır bu türden-insanların çoğu, etrafındakileri etkilemek, istediği
gruba dahil olabilmek, kabul edilmek, ama daha çok konuşulmak ve dikkat çekmek
için, aslında hiç de ihtiyaç duymadıkları, kullanışlı dahi olmayan; ya da
(belki de en vahimi) ne anlama geldiklerini bilmedikleri ürünlere servet harcar.
Hatta kimi zaman lüks bir markaya sahip olmayı aç kalmaya; araba sahibi olmayı,
ev sahibi olmaya tercih eder ve böylece Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi
piramidini de yerle bir eder. İşte bu noktada, gösterişçi tüketim devreye
girer. Yani zenginliğin, sahip olunanların reklamını yapmak..
Gösterişçi
tüketimden bahsederken Veblen amcamızı anmadan geçmek olmaz tabii. Ne de olsa
kavramın yaratıcısı. Veblen, The Theory of Leisure Class (Aylak Sınıfın
Teorisi) adlı eserinde, gösterişçi bir biçimde tüketim yapan insanları “aylak
sınıfı” olarak tanımlar. Bu aylak sınıf, birbirleri ile maddi bir yarışma
halinde olan, çevresindekilerin beğeni ve ilgisini üzerine çekme güdüsüyle,
aslında hiç de kullanışlı olmayan, sırf pahalı (markalı/logolu) oldukları için
güzel olarak algıladıkları nesneleri mülk edinme ihtiyacındaki sınıftır. Bu sınıfın
güzellik anlayışı, nesnelerin maddi değeriyle doğru orantılıdır. Yani aylaklar
topluluğuna göre bir ürün ne kadar pahalıysa, o kadar güzeldir-ya da güzel
olmalıdır ki bu kadar pahalı olsun dimi-anlayışı hakimdir.
Veblen’e
göre-ki bana göre de öyle- aylak sınıfın logo gösterme hazzının en tepede
olduğu ürün grubu giyimdir. Çünkü bir insanın giyimi, herkes tarafından
rahatlıkla gözlemlenebilir. Giyim, kişinin ait olduğu gruptan yaşam tarzına
kadar her türlü unsurda bariz ipuçları içerir. Oysaki gösterişçi tüketimde,
kişi aslında olmadığı bir imajı pazarlama ihtiyacı içerisindedir. Bu nedenle
kişinin giysileri, bedeni korumaktan ziyade, çevresindekilerin ilgi ve
beğenisini kazanma yönünde, gösteriş amaçlı yapmış olduğu tercihlerin bir
ürünüdür. Aylak sınıfına mensup bir kişi, sırf markanın logosunu göstermek
uğruna, aslında hiç de içine sinmeyen bir ayakkabıyı alıp giyebilir, hava buz
gibi de olsa incecik ama pahalı olduğu için güzel olduğunu varsaydığı bir
gömleği giyebilir, sırf ünlü bir markanın kış kreasyonunda bulunduğu için karlı
bir havada şortla dışarı çıkabilir. Bunların hepsi, logo gösterme hazzındaki
aylak sınıf üyesinin, gösterişçi tüketim örnekleridir.
Veblen,
aylak sınıfı üyelerinin büyük çoğunluğunun kadınlardan oluştuğunu belirtmesine
rağmen, bunun sebebini yırtıcı kültürün başlangıç aşamalarındaki anlayışa bağlar.
Şöyle ki, yırtıcı kültürde tıpkı nesneler gibi kadınlar da erkekler tarafından sahip
olunan mülk olarak görülmekte ve bu nedenle kadının gösterişli olması, erkeğin
zenginliğinin bir göstergesi olarak sayılmaktaydı. O dönemde tek yaptıkları iş,
kadının ürettiğini tüketmek olan erkekler için üretmeden tüketmek, bir yiğitlik
göstergesiydi. Bu dönemde üretim için kadına bir hayli ihtiyaç duyulduğundan
(erkek yan gelip yattığından), dönemin güzellik algısında narin bir beden ve
yüz güzelliği değil de iri yapılı ve güçlü bir görüntü bulunmaktaydı. Bu nedenle
iri yapılı ve güçlü görünümlü bir kadın, erkeğin zenginliğinin bir göstergesi
olarak algılanmaktaydı.
Değişen
çağ ile birlikte her ne kadar ideal güzellik algısı, iri ve güçlü bedensel
görüntüden, yerini yüz güzelliği ve narin yapıya bırakmış olsa da, güzellik algısının
değişmesinin ana sebebi yine gösterişçi tüketimdir. Çünkü bu dönemde üst
sınıftan bir erkeğin gösteriş için kullandığı en önemli malzemelerden biri,
evinde oturan, hiçbir şekilde üretkenliği olmayan, tek uğraşı, dönemin
getirdiği moda anlayışının zirvesinde giyinmek ve süslenmek olan aylak
eşleriydi. Bu nedenle aktif üretim-verimlilik göstergesi olmayan narin vücut ve ince bel, aylak sınıfı için bir gösteriş
malzemesiydi.
Gelelim
gösterişçi tüketimin günümüzdeki yansımalarına.. Günümüzde yaratılan güzellik
algısı, özellikle sosyal medya mecralarından yoğun bir şekilde aktarılıyor. İdeal
güzele ulaşma amacındaki insanlar sosyal medya bağımlısı oluyor; çünkü her
insan artık kendine göre bir ünlü. Sosyal medyada paylaştığı bir fotoğrafı
yeterli-sosyal onaydan geçecek sayıda- beğeniye ulaşana kadar kendini
telefonundan alamıyor, eğer kafasındaki yeterli sayıya ulaşamazsa “ben nerede
hata yaptım” diyecek kadar, hayata küsecek kadar kendine özgüvensiz. Hatta o
kadar özgüvensiz ki, çektiği fotoğrafı birtakım (aslında bir hayli) işlemden
geçirmeden paylaşamıyor, beğenilmeme korkusu hat safhada.
Fotoğraf üzerinde
öyle oynamalar yapıyor ki, artık o fotoğraf, kendini yansıtmıyor, aslında
olmadığı bir imajı, onun ne yaptığıyla aslında çok da ilgilenmeyen insanların
onayına sunuyor. Hayatında hiç de önemli olmayan, hatta çoğunu sadece sanal
ortamdan tanıdığı bu insanlar tarafından beğenilmek, o insan için o kadar
önemli ki; kendi gerçekliğinden kopuyor. Böylece farkında olmadan sistemin bir
kölesi, aylak sınıfın bir üyesi oluyor. Bu insanları “sanal aylak” olarak
isimlendirmekten büyük bir zevk duyuyorum=)
Günümüzün
aylak sınıfını oluşturan bir diğer tür ise, “boş küme” olarak tanımladığım
grup. Boş kümedekilerin tek dertleri ve konuştukları ( ya da günlük hayattaki
boş yansımalarından anladığım), sahip oldukları ve/veya sahip olmak için can
attıkları “şeyler”. Boş kümedeki kadınlar için bu kimi zaman tıpkı sürükleyici
bir roman okurmuşçasına hazla dolaştıkları kozmetik ürün katalogları, giyim
siteleri ve türevleri iken erkekler için ise araba modelleri katalogları ve
siteleri şeklinde farklılaşabiliyor. Boş kümedeki bu insanlar için sahip
oldukları, bir süre sonra onları ele geçirdiğinden, etrafta ruhunu markalara satmış vaziyette dolaşan golem sayısı malesef gün geçtikçe artıyor=).
Boş kümedeki bu insanlar, alışveriş yapmadan var olamazlar.
“İyi” bir araba kullanmasına rağmen hep bir üst modelini alma ihtiyacı
hissederler. İhtiyaç duymasalar bile aynı model bir kazağın farklı farklı
renklerini alırlar. Böylece aynı pisliğin lacivertine dönerler (bknz: Tyler
Durden, Fight Club). Ne kadar çok alırlarsa alsınlar, yaptıkları bu gösterişçi
tüketimin kendilerini ideal güzele ulaştırmadığını, sadece geçici bir mutluluk
hissi verdiğini anladıklarında ise çok kızarlar. Çünkü artık çok geçtir, çoktan
arsız sistemin kölesi olmuşlardır. İçlerindeki boşluk hissini bir türlü dolduramadıklarından
mutsuz, arsız, acınası bir hale bürünürler ve birer boş küme olurlar.
Bir pazar
günü, evimde oturmuş, Sherlock izliyordum. Sonrasında internette biraz Fight
Club felsefesine dalayım dedim. Tüm bunlardan sonra masanın üzerinde duran
Veblen gözüme ilişti ve sonrasında beynim yandı ve bu yazı ortaya çıktı=). Emeği
geçen Sherlock’a, Tyler Durden’a, Veblen’e, etrafımdaki boş kümelere, aylak
sınıfa, gösteriş meraklılarına, meta bağımlılarına selam olsun;) Son olarak, bu da benden size bonus:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder